MANZUME VE ŞİİR
Eski edebiyatımızda şiir için “manzum, düz yazı için “mensur” kelimeleri kullanılmaktadır. Manzume ise ölçülü ve uyaklı (şiir biçimindeki) eser veya eser parçası anlamlarında kullanılırdı.
Nazımla ölçülü, uyaklı yazılmış her sözün şiir sayılamayacağı görüşünün egemen olmasıyla, şiir ve manzume kavramları birbirinden ayrılmıştır.
Günümüzde manzume daha çok belli bir amaç doğrultusunda yazılmış, düz yazı ile anlatılabilecek olay, olgu veya kavramların kafiyeli ve ölçülü anlatıldığı metinler manzume olarak adlandırılır. Bu manzumede bir hikâye anlatılıyorsa manzum hikaye şeklinde adlandırılır.
Manzumenin Özellikleri:
1-Manzumeler şiirde olduğu gibi ölçülü ve kafiyeli olarak yazılır.
2-Manzumelerde estetik kaygı şiire göre yok denecek kadar azdır.
3-Manzumelerde imgeler, söz sanatları şiire göre çok daha az kullanılır.
4-Manzumelerde karşılıklı konuşmalara yer verilebilir.
5-Manzumeler bir şiire göre daha uzun metinlerdir.
Manzume ve Şiir Arasındaki Farklar
Her şiir nazımdır ama her nazım şiir değildir. Çünkü bir sözün şiir sayılabilmesi için nazımla yazılması yetmez. Şiir olabilmesi için sanatsal değer taşıması lazımdır. O hâlde, manzumeler sanat değeri taşıyorsa “şiir” denir.
Manzumelerde yaşanmış ya da yaşanabilecek olaylar anlatılır. Olay örgüsü vardır. Şiirde olay yoktur, duygu ve çağrışım vardır.
Manzume, öğretici özellik taşır. Şiirin öğretici yönü değil, sanat değeri ön plandadır.
Manzumede anlatma ve gösterme ön plandadır. Şiirde bireysellik, duygu ve çağrışım ön plandadır.
Manzume, gerçek anlam yönünden zengindir. Şiir ise mecaz anlam yönünden zengindir. Çok anlamlılık esastır.
Şiirde ise söyleyiş güzelliği, sanat kaygısı vardır; imge ve çağrışım önemlidir. Manzumelerde ise söyleyiş güzelliği ve sanat kaygısı yoktur.
Manzumeler okura estetik zevk vermek için değil bir şeyler öğretmek için yazılır. Şiirde ise okura estetik zevk vermek amaçlanır.
Manzumede anlatılanlar düzyazıya kolaylıkla çevrilebilir. Şiirde anlatılanların düzyazıya aktarılması çok zordur.
Manzumede edebî sanatlara fazla yer verilmez. Şiirde ise edebî sanatlar geniş yer tutar.
Manzume Örneği:
KÜFE
Beş – on gün oldu ki, mu’tâda inkıyâd ile ben
Sabahleyin çıkıvermiştim, evden erkenden.
Bizim mahalle de İstanbul’un kenarı demek:
Sokaklarında gezilmez ki yüzme bilmeyerek!
Adım başında derin bir buhayre dalgalanır
Sular karardı mı, artık gelen gelir dayanır!
Bir elde olmalı kandil, bir elde iskandil,
Selâmetin yolu insan için bu, başka değil!
Elimde bir koca değnek, onunla yoklayarak,
Önüm adaysa basıp, yok, denizse atlayarak,
– Ayakta durmaya elbirliğiyle gayret eden,
Lisân-ı hâl ile amma rükûa niyyet eden-
O sâl-hûrde, harab evlerin saçaklarına,
Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarına
Delilimin koca bir şey takıldı… Baktım ki:
Genişçe bir küfe yatmakta, hem epey eski.
Bu bir hamal küfesiymiş… Aceb kimin?
Derken; On üç yaşında kadar bir çocuk gelip öteden,
Gerildi, tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
Tekermeker küfe bitâb düştü ta öteye.
– Benim babam senin altında öldü, sen hâlâ
Kurumla yat sokağın ortasında böyle daha!
O anda karşıki evden bir orta yaşlı kadın
Göründü:
-Oh benim oğlum, gel etme kırma sakın!
Ne istedin küfeden, yavrum?
Ağzı yok dili yok,
Baban sekiz sene kullandı…
Hem de derdi ki:
“Çok uğurlu bir küfedir, kalmadım hemen yüksüz…”
Baban gidince demek kaldı, adetâ öksüz!
Onunla besleyeceksin ananla kardeşini.
Bebek misin daha öğrenmedin mi sen işini?
Dedim ki ben de:
– Ayol dinle annenin sözünü!
Fakat çocuk bana haykırdı, ekşitip yüzünü:
– Sakallı, yok mu işin.
Git cehennem ol şuradan?
Ne dırlanıp duruyorsun sabahleyin oradan?
Benim içim yanıyor: Dağ kadar babam gitti…
– Baban yerinde adamdan ne istedin şimdi?
Adamcağız sana, bak hâl dilince söylerken…
– Bırak hanım, o çocuktur, kusura bakmam ben…
Adın nedir senin oğlum?
– Hasan
– Hasan, dinle.
Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle.
Benim de yandı içim anlayınca derdinizi…
Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
O bunca yıl çalışıp alnının teriyle seni
Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kardeşini,
Yetim bırakmayarak besleyip büyütmelisin.
– Küfeyle öyle mi?
– Hay hay! Neden bu söz lâkin?
Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak?
Ayıp: Dilencilik, işlerken el, yürürken ayak.
– Ne doğru söyledi! Öp oğlum amcanın elini…
– Unuttun öyle mi? Bayramda komşunun gelini:
“Hasan, dayım yatı mekteplerinde zabittir;
Senin de zihnin açık… Söylemiş olaydık bir…
Koyardı mektebe… Dur söyleyim” demişti hani?
Okutma sen de hamal yap bu yaşta şimdi beni!
Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
Benimse vardı o gün pek çok işlerim görecek;
Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan.
Ne oldu şimdi aceb, kim bilir, zavallı Hasan?
Mehmet Akif Ersoy
BALIKÇILAR - Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder Bugün açız yine; lakin yarın, ümid ederim Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader - Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim Diyordu oğlu, yarın sen biraz ninemle otur Zavallıcık yine kaç gündür işte hasta - Olur Biraz da sen çalış oğlum, biraz da sen çabala Ninen baban, iki miskin, biz artık ölmeliyiz Çocuk düşündü şikayetli bir nazarla: - Ya biz Ya ben nasıl yaşarım siz ölürseniz Hâlâ Dışarda gürleyerek kükremiş bir ordu gibi Döğerdi sahili binlerce dalgalar asabi - Yarın sen ağları gün doğmadan hazırlarsın Sakın yedek biraz ip, mantar almadan gitme... Açınca yelkeni hiç bakma, oynasın varsın Kayık çocuk gibidir: Oynuyor mu kaydetme Dokunma keyfine; yalnız tetik bulun, zira Deniz kadın gibidir: Hiç inanmak olmaz ha Deniz dışarda uzun sayhalarla bir hırçın Kadın gürültüsü neşreyliyordu ortalığa - Yarın küçük gidecek yalnız, öyle mi, balığa - O gitmek istedi; "Sen evde kal!" diyor... - Ya sakın O gelmeden ben ölüsem Kadın bu son sözle Düşündü kaldı; balıkçıyla oğlu yan gözle Soluk dudaklarının ihtizaz-ı hasirine Bakıp sükut ediyorlardı, başlarında uçan Kazayı anlatıyorlardı böyle birbirine Dışarda fırtına gittikçe pür-gazab, cuşan Bir ihtilac ile etrafa ra'şeler vererek Uğulduyordu... - Yarın yavrucak nasıl gidecek Şafak sökerken o, yalnız, bir eski tekneciğin Düğümlü, ekli, çürük ipleriyle uğraşarak İlerliyordu; deniz aynı şiddetiyle şırak - şırak döğüp eziyor köhne teknenin şişkin Siyah kaburgasını... Ah açlık, ah ümid Kenarda, bir taşın üstünde bir hayal-i sefid Eliyle engini güya işaret eyleyerek Diyordu: "Haydi nasibin o dalgalarda, yürü!" Yürür zavallı kırık teknecik, yürür; "Yürümek Nasibin işte bu! Hâlâ gözün kenarda... Yürü!" Yürür, fakat suların böyle kahr-ı hiddetine Nasıl tahammül eder eski, hasta bir tekne? Deniz ufukta, kadın evde muhtazır... Ölüyor Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle Bütün felaketinin darbe-i hasariyle Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler... Tevfik Fikret