FERHAT İLE ŞİRİN
FERHAT İLE ŞİRİN
Vaktiyle, doğuda kurak bir arazi vardı. Ortasından vaha gibi bir kent çıkardı. Hala da ünüyle bilinir. Horasan. Yeşilliğine, güzelliğine doyamaz insan. Çiçek kokulu, güzel yapılı kent. Şirin sokaklı, ünlü kapılı kent.
O devirde Horasan'ı bir Melike yönetirdi. Mühmine Banu'ydu adı, sözünü herkese dinletirdi. Yönetimi sertti, ama doğruluktan sapmamıştı. Yürekli kadındı, kimseye kötülük yapmamıştı. Evlenmemişti hiç, erkeği olmamıştı. Genç yaşta tahta çıkmış, aşka vakti kalmamıştı. O da kendini ülkesine, çok sevdiği kızkardeşine adadı. Güzeller güzeliydi kardeşi, Şirin'di adı. Onu görünce daha güzel öterdi bülbüller. Gözleri ormanlar gibi engin, gönlü ermişler kadar zengindi.
Mühmine Banu, Şirin için bir saray yaptırmak istemişti. Onu karşısına alıp şöyle demişti:
"Şirin'im, bir müjdem var sana."
"Her sözün müjdedir Ablacığım."
"Sana bir saray yaptıracağım. Demirdağ'ın yamacında."
"Ben burada mutluyum abla. Sarayınızdaki köşem yeter bana."
"Öyle bir saray olacak ki, güzelliğini sarabilsin. Gül Sarayı olacak. Bütün evren ününü duyacak. Saray mı senden şirin; sen mi saraydan, tarih versin hükmünü."
Malzeme toplandı, ustalar geldi. Aylar geçti, saray yükseldi. Mühmine Banu, görmek için yanına Şirin'i de aldı. Gördüklerine ikisi de hayran kaldı. Her taraf oya gibi işlenmişti. Duvarlar, tavanlar rengârenk süslenmişti. Hele bir gül avlu vardı, görenin parmağı ağzında kalır. Hint sarayları bunun yanında kulübe sanılır. Sanki birazdan kuşlarla dolacak gibi. Güllere bir dokunsanız solacak gibi. Mühmine Banu güllerin karşısında hayran olarak durdu. Bu güzel işleri hangi ustanın yaptığını sordu.
"Behzat Usta'la oğlu." Dediler.
"Gelsinler, göreyim."
Behzat oğlunun oğlu geldi. Nakışları işleyen bu hünerli eldi. Çizgileri kendi çizmiş, çiçekleri o seçmiş, nakkaşlıkta babasını da geçmiş. Mühmine Banu, bu geniş omuzlu, güzel yüzlü aslan gibi delikanlıya sordu:
"Adın ne senin?"
"Ferhat."
Erkek sesi sanki Şirin'in kalbinde yankılandı. Ferhat ise Şirin'in güzelliğiyle yandı. Ilgıt ılgıt bir sıcaklık içine aktı. Kara gözleriyle o da Şirin'e baktı. Yanıyordu içleri ikisinin. Karasevdadır adı böylesinin.
"Demek bu nakışları sen yaptın?" Ses yok. Mühmine Banu tekrarladı:
"Sen mi yaptın bu nakışları diyorum?" Ferhat toparlandı:
"Evet Sultanım."
"Güller ne kadar canlı. Niye kokmuyorlar diye şaşıyor insan. Dışarıya da bir gül bahçesi yaptıracağım. Ferhat, yarın saraya gel. Emeğinin karlığını alacaksın."
"Sağolun Sultanım."
Ferhat diz vurup çıktı. Ertesi gün, sarayın bahçesinde, elinde sazı bekliyordu. Güzel sesine tatlı nağmeler ekliyordu. Şirin bahçeye çıkmıştı. Kim söylüyor diye bakmıştı. Ferhat'ı görünce aydınlandı yüzü. Attı ona elindeki gülü. Gül yanına düşünce Ferhat meraklandı. O dönüp bakarken Şirin bir ağaç arkasına saklandı. Ferhat vurdu sazına:
Bahçece bir gül açtı
Bir göründü bir kaçtı
Bu nasıl güzel imiş
Görünmeden dolaştı
Şirin gülümseyerek çıktı ağacın arkasından:
"Sen sazda mı çalıyorsun Ozan mısın?"
"Evet. Aşık derler. Ama düne kadar aşk nedir bilmezdim."
Şirin'in yanağı pembeleşti. Daha da bir güzelleşti. Utanıp, yan durdu. Sonra utanarak saraya kaçtı. Bu ara Mühmine Banu'nun Ferhat'ı beklediğini haber verdiler. Banu ona bir kese uzattı:
"Yaptığın nakışların karşılığı bu Ferhat. Şimdi gidebilirsin. Seninle sonra gene görüşeceğim."
"Emir sultanımın."
Ferhat çıktı. İçinden bir kuşku aktı. Mühmine Banu bir değişik bakardı. Gözlerinde garip bir anlam vardı. Fazla durmadı üzerinde. Zaten aklı kalmıştı Şirinde.
Mühmine Banu, saraya bir de gerçek gül bahçesi istiyordu. Ama bahçıvanlar orda gül tutmayacağını söylediler. Su yoktu. Tek bir yolu vardı. Demirdağ'ındaki su indirilirse… Fakat bu da güçtü. Çok güç… Mühmine Banu, güçlükten yılmazdı:
"Tez, ulaklar, telalar çıksın! Herkese duyrulsun. Bu suyu dağdan indirene istediği verilecek. Gül bahçesine su getirenden hiçbir şey esirgenmeyecek."
Bu duyuru yayılınca, yaşlılar anlamadılar. Bir süre duyduklarına inanamadılar. Olmazdı bu iş.
"Herkes böyle diyor ablacığım. Olmazmış bu iş vazgeçsek."
Mühmine Banu, Şirin'e baktı:
"Niçin olmasın. Biri çıkacaktır suyu getirecek."
"Dağı delmek gerekmiş."
"Biri delecektir dağı."
"Olur mu ablacığım? Koca dağ bu. Demirdağ. Vazgeçelim, gül bahçem de olmayıversin."
"Olacak Şirin. Ben istiyorum olacak."
"Peki ablacığım, siz bilirsiniz."
Şirin çıktı. Banu'ya Ferhat'ın geldiğini haber verdiler.
"Nedir Ferhat usta. Ne istersin?"
"İzin isterim Sultanım. Demirdağ'dan suyu indireceğim."
Mühmine Banu'nun kaşları kalktı:
"Sen Nakkaşsın Ferhat. Bu iş, pehlivan işi. Elindeki demir, bir de senin pazın yeter mi bu işe?"
"Yeter Sultanım. Bu külünkle deleceğim dağı."
"İyi düşündün mü?"
"Düşündüm Sultanım. İki gecedir gözüme uyku girmez. İzin verin başlıyayım. Vurayım külüngü dağa."
"Bakıyorum bileğine güveniyorsun."
"Bileğimden çok yüreğime güveniyorum Sultanım."
"Peki başla, öyleyse."
Gece- gündüz Demirdağ'dan kazma sesi geliyordu. Bütün kent, merakla dinliyordu. Ferhat bütün gücüyle taşa külüngü kalkıyordu. Her seferinde sanki şimşek çakıyordu. Bazen külünk sesi diniyordu. O zaman, dağdan bir saz sesi iniyordu. Birden bir gül düştü Ferhat'ın yanına. Döndü. Şirin'in tatlı bakışları işledi kanına. Gülerek geldi, Ferhat'ın yanına durdu. Tatlı bir sesle sordu:
"Becerebilecek misin Ferhat? Epey oymuşsun ama becerebilecek misin?"
"Şirin'imin Gülistanına su inecek. Başarmam gerek. Otur şöyle."
Şirin oturdu. İki sevgili kucaklaştı. Öyle bir sarıldılar ki nerdeyse Demirdağ eriyecekti.
"Gideyim artık Ferhadım. Gün batıyor. Ablam merak eder."
Ayrıldılar. Ferhat arkasından baktı. İşe sarıldı yeniden. Sanki külünge kanat takılmıştı. Dağ delinirdi oyuk oyuk. Kayalar düşerdi; yerkeri kovuk kovuk. Günler geçer oldu. Kentli, su sesi seçer oldu. Herkes şaşkınlık içinde beklerdi. Sözleri birbirine eklerdi Külüng sesi silinmez. Ferhat ne yer ne içer bilinmez. Ve sonunda… su sesi! Külüng sesi dinmişti. Demirdağ'dan Gülistana su inmişti…
Ferhat koca dağı delmişti. Sonra gelip, Mühmine Banu'nun önünde eğilmişti.
"Olmazı olur yaptın Ferhat, dağı deldin. Gülistana su getirdin. Dile benden ne dilersin."
Mühmine Banı, merakla bakıyordu Ferhat'a.
"İlk gün söylemiştim Sultanım. Bileğime değil yüreğimeydi güvenim. Şimdi yüreğimin dilediğini isterim."
"Nedir o Ferhat?"
"Gül bahçelerinin gülü, güzeller güzeli Şirin'i isterim Sultanım."
"Şirin'i mi? Çıldırdın mı sen? Dağ güneşi beynini deldi galiba, kendine gel Nakkaş Ferhat! Sultan kızı, böyle bir bardak su istenir gibi istenmez."
"Ne istersem vereceğimi söylemiştiniz."
"Böyle çılgınlık edeceğini ummamıştım. Şehzadelerin bile istemeye cesaret edemediği Şirin'i bir nakkaş parçasına mı vereceğim?"
"Nakkaş parçası mı? Şimdi böyle mi olduk Banu?"
"Küstah! Tez zindana atın bunu.!"
Muhafızlar kargı çattılar. Ferhat'ı zindana attılar. Bütün kent halkı ağlardı. Yastan karalar bağlardı. Şirin ablasına baş kaldırdı. Öfkeden sanki çıldırdı:
"Ferhat'sız yapamam ben! Onsuz dünya haram bana."
"Şirin sen bir Şah kızısın. Nasıl böyle konuşursun."
"Aşığım ben abla! Aşık.. Bilmez misin bu kelimeyi, bilmez misin sen sevmeyi?"
"Bilirim Şirin, çok iyi bilirim. Seninde bilmediğin var. Öğren: Ben de ilk görüşte vuruldum Ferhat'a. Ben de seviyorum onu."
Zindan da Ferhat'ı ayrılık yıkıyor. İçini Şirin'in aşkı yakıyordu. Zindancılar da insandı. Onlarınki de candı. Bu haksızlığa dayanamadılar. Bir gece Ferhat'ı kaçırdılar. Mühmine Banu, bunu öğrenince deliye döndü, ama kuş uçmuştu artık. Ferhat dağlara vurdu. Tek başına geziyordu. Gide gele çöllere vardı. Bilmeden, Hürmüz Şah'ın ülkesine girdi. Şah'ın adamları onu gördüler. Huzura getirdiler. Şah sordu, Ferhat anlattı. Aşkını, macerasını aydınlattı. Şah dinledikçe merakını yendi. Özellikle Ferhat'ın dağı delmesiyle ilgilendi.
"Benim ülkem de susuz Ferhat, dedi. Şu karşı dağı deler, buraya da su indirirsen seni Şirin'e kavuştururum."
Aşk ateşi içini dağlar. Artık dayanır mı Ferhat'a koca dağlar? Aldı külüngü, çıktı. Koca kayaları üst üste yıktı. Kırk güne kalmadan suyu indirdi. Hürmüz Şah'ın ülkesinde kuraklığı dindirdi. Hürmüz Şah, Mühmine Banu'ya şu nameyi yolladı:
"Mühmine Banu. İyilikler üstüne olsun, ülken bollukla dolsun. Kardeşin Şirin'i oğlum Ferhat'a istiyorum. Nameyi aldığında, kızı nikah edip göndermeni diliyorum. Dileğimi yapmazsan, sen bilirsin. Şirin'i zorla alırım, mecburen verirsin."
Name, Mühmine Banu'yu çok kızırdı. Ferhat için savaşa hazırdı:
"Hürmüz'ün şahlığı bana sökmez. Savaşa hazırlansın. Ordumla ovada bekliyorum."
Hürmüz Şah biraz şaşırdı, daha çok kızdı:
"Savaş istermiş Mühmine Banu. Geldi demektir sonu."
İki ordu ovada karşılaştı. Mühmine anu, atlıların önünde düşman saflarını aştı. At üstünde çılgın gibi koşuyordu. Kılıç salladıkça, bağırıp coşuyordu:
" Ferhadım benim! Yiğidim, aşkım, alacağım seni."
Br kılıç darbesi ile kesildi sesi, yuvarlandı kaybetti canını. Elde edememişti aşkını. Hürmüz Şah, kuvvetleriyle Horasan'a girdi. Banu'nun sarayına erdi. Şirin'i alıp Ferhat'a verdi. Ömür boyunca onlara kanat gerdi. İki sevgili mutlu oldular. Aşkla, sevinçle doldular. Ferhat'ın deldiği dağlar hala onun sesiyle çağlar.
Uyan Şirin uyan, Ferhat'tır gelen
Gül yüzün uğruna, dağları delen
Görem güzel gözün, gülsün gül yüzün
Uyan Şirin, uyan, Ferhat'tır gelen…